İsmail Küçükkaya: Fatih Portakal da ben de korkuyoruz!

İsmail Küçükkaya… Yıllarca Ankara gazeteciliği yaptıktan sonra yolu İstanbul’a düştü. Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği’nin ardından televizyon dünyasına geçiş yaptı ve Fox TV’de sabah kuşağı haberlerini sunmaya başladı.
Eylül 2013’te Fatih Portakal’dan “Çalar Saat” programını devralan Küçükkaya, “Korkma” isimli bir kitap çıkardı geçtiğimiz günlerde. “Ülkenin üzerindeki hakim duygu korku. İnsanlar korkuyorlar. İşadamları, anlı şanlı gazeteciler, medya patronları korkuyorlar” diyen Küçükkaya, reytinglerde hep birinci gelen FOX TV’nin iki yıldızı Fatih Portakal ve kendisinin de “korktuklarını” ama yola devam ettiklerini söylüyor.

Kitabın ismi niye ‘korkma’ ? Akla İstiklal Marşı geliyor. Yoksa ‘Türk halkı başına geleceklerden korkma’ mı?

İkisi de. Sabahları ‘ülkenin kalbi nedir’ diye düşünüyorum. Ona göre başlık seçiyorum, etiketi ona göre seçiyorum. Ülkenin üzerindeki hakim duygu korku. İnsanlar korkuyorlar. İşadamları, anlı şanlı gazeteciler, medya patronları korkuyorlar. Sanat çevreleri bazı aykırı isimler dışında, bedel ödemeyi göze alanlar dışında korkuyorlar. Son iki yılın Türkiye’deki hakim duygusu korku. Nedeni baskı iklimi.

Bir kendime ikincisi de topluma korkma mesajı vereyim istedim. Üçüncüsü bir toplum bu kadar korku altındaysa nasıl üretecek? Kork, korkmakta haklısın ama doğru bilgidiğini yapmaktan vazgeçmemelisin. Bir gazeteci neden korkar? Bir; işsiz kalırsın. İki; dayak yersin. Ahmet Hakan örneği. Üç; hapse girersin, pekçok örnek var. Can Dündar, Baransu, Hidayet Karaca gibi. Dört; öldürülürsün. Beş; ekonomik baskı. Patronuna ve sana. Altı; telefonların dinlenir.

Ama dedim ki gerçek cesaret korkudan üretilendir. Bunun altını çizmeye çalıştım. Basit basit, kendi yaşadıklarım, gazeteden televizyona geçiş. Korktum mu, korktuysam bile teslim oldum mu, teslim olmadıysam ne yaptım? Oradan bir örnek olsun istedim. Bu güne kendi çapımda bir imza atmak istedim.

Siz de korkuyor musunuz?

İşsiz kalmaktan korkmuyorum. Çünkü bir kere başıma geldi Akşam Gazetesi’nde. Ama bu kadar çok telefonlar dinlenince, bu çılgınlığın nereye kadar gideceğini kestiremiyorsun. Evet korkuyorum ama gazetecilikten başka yaşayamam. Onun için devam et diyorum. Çünkü hata yapmıyorum, yanlış yolda değilim. Daha önce Ergenekon süreçlerinde de korktum ben, şimdi de korkuyorum. Çünkü ülkenin hakim iklimi değişmiyor. Yönetenler, iktidar ilişkileri değişiyor ama metod değişmiyor.

Korku otosansür duygusu uyandırıyor mu sizde?

İşin can alıcı noktası bu. Korku olduğu zaman sanatta, reklam dünyasında, medya dünyasında yaratıcı olamazsın başarılı da olamazsın. Şimdi siz aynı zamanda popüler kültürün en yakın tanığısınız. Popüler kültür kısır, reklam dünyası kısır, yeni star, yeni program çıkmıyor, medya dünyası kısır. Gazetelerin tirajları yerlerde sürünüyor. En çok okunan köşe yazarı iki bin üç bin okunuyor, inanılmaz. Yaratıcılığı öldürdükleri için. Ne oluyor; vasatlık… Sanatçı dediğin adam, aykırı olanı seslendirecek, aykırı olana imkan tanıyacak. Demokrasi kültürü de böyle. Demokrasinin ana unsurları da böyle korktuğu için fikir üretilemiyor, proje üretilemiyor, politika geliştiremiyor. Türkiye şuan Vasat Cumhuriyeti haline geldi. Eskiden bürokrasi cumhuriyetiydi. Ki o bile bundan iyiydi. Benim gibi acemi bir telecizyoncu, daha üçüncü yılımdayım, üç yıl hiçbir şey demek değil.

Artık çok şey.

Öyle demi sağolun. Ben düşünüyorum, tevazu göstermeyeyim ortada bir başarım var. Bunun altında yatanlara bakıyorum. Bir; kendimi ifade edebileceğim cesur bir ortam var; Fox. Sadece benim için değil Fatih Portakal için de böyle. Başka türlü nasıl açıklanabilir? Hiç geçilmeksizin Ana Haber’de de sabah programlarında da birinciyiz açık ara. Bu şunu gösteriyor…

İsmail Küçükkaya Nokta dergisinden Armağan Çağlayan'a konuştu
KORKUYORSAN BİLE KORKMADAN DEVAM ET

Bütün ulusalcılar sizi seyrediyor…

Reyting rakamlarına bakınca sadece ulasalcılarla bu rakamlara çıkamazsınız. Benim ulaştığım reyting ve share’a bakarsanız, 15-20.. Ayrıca ben de ulusalcı değilim. Burada iyi ki FOX var diyorum. Çünkü hiç olmazsa Fatih de ben de yorumlarımızı özgürce yapabiliyoruz. Haber saklama gibi bir derdimiz de yok. Korkuyoruz. Fatih de korkuyor bildiğim kadarıyla, ekranda ‘güven içinde yaşadığımızı düşünmüyorum’ diyor. Bu toplumda her gün şehitler geliyor, insanlar ölüyor, IŞİD gelmiş içimize bombalar patlatıyor. Dış ilişkilerimiz fecaat. Rusya gelip bomba patlatıyor olabilir, İran bomba patlatıyor olabilir, Hizbullah, Esad patlatıyor olabilir.

Ama mesele şu; Fatih de ben de öyle, korkuyorsan bile korkmadan devam edeceksin o zaman. Seçenek nedir kendi köşene çekilmek. Ben bunu yapmam. Elim kalem tuttuğu, dilim döndüğü, mecra bulduğum sürece devam etmek isterim. Çünkü ülke çok kritik bir noktadan geçiyor.

Ne olur mesela. Bu kritik nokta ne olursa kötüye ne olursa iyiye gider?

İyimser mizaçlı biriyim ben. Hayatımda ilk defa kaygılıyım. Ülkem için. Allah muhafaza diyerek söylüyorum, iç savaşın eşiğine gelebiliriz, bundan korkuyorum. Gelişmeler kaygı verici. Sadece bizi ilgilendiren dinamiklerle hareket etmiyoruz. Eskisi gibi olsa çözersiniz. Artık sizin meseleniz Ortadoğu sorunu olmuş. İki; Pakistanlaşma sürecine girebiliriz. IŞİD meselesi. Üç; biz karşılıklı bir uçak daha düşürsek Rusya’yla bir kaza, savaş çıkar.
Çünkü, Rusya’yla tam kırmızı alarm seviyesindeyiz. Kimse savaşın çıkmasını istemez ama dünya savaşlarının çıkışına bakalım, bir kıvılcımla patlayabiliyor. Bizim bütün bu bölgede dostumuz kalmamış, herkesle kavgalıyız. Üstelik kavgalısın da kendi içine dönüp oturmuyorsun. Herkes agresif. Biz, Rusya, İran, Esad. Böyle agresif politikalarda ihtiyat payını nasıl koruyacağız?

Bir başkası, bütün bunlarla bağlantılı olarak malesef Cumhurbaşkanı oldum diye sevinen ve şimdi “artık ülkenin daha ılımlı bir iklime dönmesi için çaba harcayayım” diyen bir kişi tarafından yönetilmiyoruz. Biz “hayır yetmez Başkanlık istiyorum” diyen bir kişi tarafından yönetiliyoruz. Bu niye beni kaygılandırıyor. Çünkü demokratik kültür yerleşmemiş. Demokrasinin ana unsuru olan, medya, sivil toplum, üniversiteler, iş dünyası, muhalefet, muhalefet beceriksiz, etkisiz. Bir demokrasinin ana unsurlarından hiçbiri işlemiyor. Yarım yamalak hepsi. Medya yarım yamalak, iş dünyası dörtte bir, üniversiteler sıfır, sendikalar yarı yarıya. Böyle bir tablonun için de yargıya güven kalmamış. İşte daha başka neden kaygılı olabilirim ki? Dört beş ihtimal saydım. Nasıl döneceğiz burdan. Ben hep normalleşme, demokrasi, bazın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, evrensel ilkeler… Şimdi ben bunları sayınca naif bir kişi gibi algılanıyorum. Onun da farkındayım.

SAĞLIKLI BİR ÜLKEDE BU KADAR ÖLÜM VARKEN HAYAT OLAĞANMIŞ GİBİ DEVAM EDER Mİ?

Ne olursa biz oraya gideriz diye düşünüyor insan. Demek ki bilmeden baskı ortamına alışıyorsunuz?

Çünkü propaganda makinesi çalışıyor, size kanıksatıyorlar. Sağlıklı bir ülkede bu kadar insan ölür mü, terörden, bombalamalardan? Hadi olur diyelim. Peki bu kadar ölüm olan bir ülkede hayat olağanmış gibi devam edebilir mi?
Ediyor. Sorun ne; ülkenin doğusunda yaşayanların durumunu batıda yaşayanlar anlamıyor. Doğuda çocuklar okula gidemiyor, o anlaşılmıyor. Bir tarafa bakıyorsun, şehitleri anlamıyor. Onu doğu batı diye tanımlamadan söylüyorum. Neden, herkes korkuyor. Boydaklar içeri atıldı. Akıl alabilir mi bunu?

İsmail Küçükkaya Nokta dergisinden Armağan Çağlayan'a konuştu

Bana birisi deseydi ki Türkiye’de muhafazakar bir iktidar olacak, o iktidar zamanında Fehmi Koru gibi bir gazeteci merkez medyada yazacak, sonra o iktidar döneminde merkez medyadan atılacak. Asla inanmazdım buna. Çünkü Fehmi Koru’nun hayat boyu amacıydı merkez medyada yazmak. Şuan o yazamıyor. Biri deseydi; Cengiz Çandar, Hasan Cemal basılı medyada yazamayacak. Fatih Altaylı sadece moda, tenis yazacak ama siyaset yazamayacak. İnanmazdım.

Geçen gün Fatih Altaylı, ‘köşesi olmayan köşe yazarıyım’ diyordu. Ona ekonomide araba yazısı filan yaz demişler. Böyle bir tabloda sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşıyoruz. Korku böyledir. Adeta kirpiler gibi herkes kendi içine çekilir ve bekler, yanına da yaklaşamazsınız.

AKŞAM’DAN NASIL AYRILDI?

Gezi olaylarının bir mağduru da siz misiniz?

Türkiye mağduru oldu. Ben Gezi Parkı olayları olduğu dönemde gazete yönetiyordum. Gazetenin başında da devlet tarafından atananlar vardı; Cengiz Özdemir. Bana da birkaç kere söyledi, ‘Ankara bu haberlerden çok rahatsız oluyor’ dedi. Çünkü Gezi Parkı olayları medyadaki dönüşümün başlangıcıdır. Bu iktidarın 14 yılı kötüdür demiyorum. Bu iktidarın 10 yılı artısıyla eksisiyle normaldi. Ama son üç yıl olağan dışı. O da Gezi Parkı’yla başladı. Erdoğan kendini tehdit altında hissetti, topluma da bunu verdi. Ve savaş moduna geçti. Ben ölümle karşı karşıyayım, beni yok etmek istiyorlar, içerden dışardan diye. Araya komplo teorileri de karıştı. O tarihte ben de haberleri yapmaya devam ediyorum. Devlet varken Gezi Parkı olaylarını tam sayfa yaparsanız sizi yaşatmazlar. Bir gün “Bu ne şiddet ne celal” diye manşet yaptım. O gün Cengiz Özdemir yanıma geldi “Ankara köpürüyor” dedi. Ve taşınabilir bir şey değildi, ben de haberi saklayamazdım. Sonra iki üç hafta devam etti ve ayrılmak durumunda kaldım.

Teşekkür ettiler size.

Bana yayın yönetmenliğinden ayrıl, köşe yaz dediler. Ama o olmazdı, şık değildi.

Örnekleri var. Ertuğrul Özkök, İsmet Berkan var.

Onlar kendi patronları tarafından alındılar. Ben devletle karşı karşıyaydım. Devlet gelmiş, devletin atadığı birisi var. Tayyip Bey’le görüşüp geldi Cengiz Özdemir. Çok medeni adam, Avrupa gördüğü için. Medeni adam açıkça söyledi: “Bak İsmail işsiz kalmanı istemem. Ankara hoşlanmayabilir senden, yayın yönetmenliğinden ayrıl ama sana da şey yapmıyorlar, kalabilirsin, maaşın…” Hayır bırakacağım dedim bıraktım. Fakat şunu da söyleyeyim, ben bir gazetenin 5 yıllık yayın yönetmeniydim. Aynı gazetenin 13 yıllık çalışanıydım. Ben yayın yönetmenliğinden alındığımda kimse sesini çıkarmamıştı o tarihte. Ben şunu yapıyorum. Can Dündar içeri girdi onları savunuyorum. Sevdiğimden değil, Kant ahlakına inandığımdan. Ahlak kim diye sorar mı? Aynı durumda herkese yaparım diye. Toplum çok feci bölünmüş durumda.

ERDOĞAN’IN YAPTIĞI ŞEY ‘YIKICI LİDERLİK’

Uzun yıllar da tamir edilemeyecek birşey.

Edilemez. Kitabımda şunu söyledim, onarıcı liderlik bizi çözebilir tekrar. Çünkü Erdoğan’ın yaptığı şey yıkıcı liderlik. Çünkü o mekanizmayı şöyle kurmuş; Türkiye’nin yarısı muhafazakar, yarısı anti AKP. Elli elli. Burası yekpare. Ve bu yekparelik kalsın diye Erdoğan strateji uyguluyor. Mesela şimdi milliyetçi oldu. MHP’nin altını oydu. Akıtıyor oraya, yakında MHP diye bir parti kalmayabilir. Sorun ne? Bir taraf yekpare, diğeri parçalı. CHP, MHP, HDP. Benim gibi, bu partilerin hiçbiri beni temsil etmiyor diyenler.

Oy vermiyor musunuz?

Veriyorum, kerhen. Yıllardır kerhen. Yabancıların ikinci en iyi dedikleri. Beni gerçekten temsil edecek parti ve lidere ihtiyacım var.

Geçmişte o lider Ecevit, Özal, Demirel mi?

Voltran gibi olsa, Ecevit’ten, Demirel’den, Özal’dan, Tayyip Erdoğan’dan, Abdullah Gül’den bir şeyler alır mix yapardım. Niye bizden Justin Trudeau çıkmıyor, niye Çipras çıkmıyor mesela. Bizim neye ihtiyacımız var. AKP geldiğinde iyi yaptığı şey neydi; toplumun en alt kesimini, dindar kesimini sisteme entegre etti. Her hafta cuma günü çember sakallılar, cüppeliler eylem yapardı. Bak onların bitti hepsi. Çünkü siyasal islamcı bir iktidar var. Ama onu abzorbe ederken diğer kesimleri sistemin dışına itmeye başladı. Mesela ben kendimi Atatürkçü hissediyorum. Bu iktidarın beni dışladığını düşünüyorum. Şahıs olarak değil fikir olarak. Böyle düşünen çok. Aleviler dışlanmış hissediyorlar.

BENİ KİM TEMSİL EDİYOR BU HÜKÜMETTE BİLMİYORUM!

Peki siz de zamanında elitlerin, elit olmayan kesimi ezdiğini düşünüyor musunuz?

Eski statükonun hataları vardı. Katılırım. Sistemi işgal etmişlerdi ve sisteme özellikle muhafazakar kesimleri almıyorlardı. Anadolu’yu sokmuyorlardı mesela işin içine. Bunu anlarım ama bir travmayı tamir ederken başka bir travma yaratmaman gerekiyor. Şimdi Türkiye’nin gücü ve niteliği çok mu fazla? Ben onun için diyorum ki bizim Anadolu ile İstanbul’u aynı potanın içinde eritmemiz gerekiyor. Muhafazakarıyla moderniyle. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi bunu yapacaktı. Mesela bir şey söyleyeyim; Ben Gül, Babacan ve Mehmet Şimşek ekolünün buna hizmet edebileceğine inanıyorum. Yeni bir parti kurarlar kurmazlar o anlamda söylemiyorum. Ama onların temsil ettiği şeyler… Mesela ne diyorlar onlar? Anadolu’yu Türkiye’ye, İstanbul’a, İstanbul’la birlikte dünyaya açmak. Mesela ne diyorlar? Mehmet Şimşek’ten defalarca duydum, Ali Babacan’dan duydum, Abdullah Gül’den bizzat duydum; “İki reforma ihtiyaç var Türkiye’de” diyorlar. Çünkü biz orta gelir tuzağı denen sisteme geldik takıldık. Orta gelir tuzağı ne? Biz bir yere kadar büyüdük geldi şimdi patinaj yapıyor. Bundan sonra gidemezsin. Gitmen için yargı reformu yapacaksın, eğitim reformu yapacaksın. Bu iktidarın en kötü olduğu iki alandan biri dış politikaysa biri de eğitim. Dış politikayı takıntıları yüzünden kötü yapıyorlar ama eğitimi bilerek yapıyorlar. Eğitimin hatalı olduğunu kabul etmezler. Çünkü ideolojik bir yaklaşım sergiliyorlar orada. Nasıl bir nesil yetiştirmek istediğine göre. Söylüyorlar; Dindar bir nesil diye.

Saklamıyorlar. Ama geçmişte de şey vardı mesela ben çocukken öğretmen çocuklarına başka, işçi çocuklarına başka. Şimdiki aklımla dönüp baktığımda bunu anlıyorum.

Benim öyle bir tecrübem olmadı ama devlet katında şu vardı; eskiden AKP gelmeden hükümetlere bakıyorsun, devletin başına bakıyorsun. Mesela bir kabinede ya bir bakan ya iki kadın bakan olmuştur. Birincisi ülkenin yarısı kadın ama kabinenin yüzde 5’i kadın olurdu. İkincisi bir tane başı kapalı bürokrat olmazdı, eşinin başı kapalı olan bir tane bakan olmazdı eskiden. Bu Türkiye tablosu muydu? Değildi. Şimdi bakıyorsun; Cumhurbaşkanının eşinin başı kapalı, ülkede bir tane kadın bakan var onun başı kapalı. Ülkede bir sürü bakan var 25 tane ya da 26 tane bakan var onların eşlerinin başı kapalı. Evlilerin, kabinedeki evli bakanların hepsinin eşinin başı kapalı. Bu Türkiye tablosu mu mesela? Bu bana şunu söylüyor; Hepsi ayrımcı bunların. Böyle bir Türkiye tablosu olur mu? Ben nasıl temsil ediliyorum. Beni kim temsil ediyor bu hükümette? Başı açıkları kim temsil ediyor bana söylesinler. Türkiye’nin tamamının başı kapalımı ki kabinenin tamamının başı kapalı olsun? Bunu böyle tek başına söylersen yanlış olur ama ikili söylüyorum, eskiyle karşılaştırarak. Eskiden de şöyleydi: Türkiye’nin tamamının başı açık mıydı ki öyle olsun!

O zaman Cumhurbaşkanlığı resepsiyonuna almıyorlardı…

Almıyorlardı işte.

Yani o da doğru değil…

Doğru değil, ikisi de doğru değil. Biz ne zaman doğruyu bulacağız o zaman?

Röportajın başında bir şey söylediniz ya! Bir sürü alanda kısır döngü yaşanıyor. Popüler kültür alanında şimdi aslında vasatın toplumu olduk dediniz.

Tabi vasat…

Şimdi aslında sizin en çok korktuğunuz şey oluyor. Popüler kültürün içinden bir insan olarak söyleyeyim arabesk hortluyor.

Nasıl yani?

Arabesk müzik çok popüler oldu. Ve giderek daha popüler olacak.

Öyle mi daha da mı kötü olacak?

Tıpkı 12 Eylül döneminde olduğu gibi… Galiba bu umutsuzluk insanları oralara yönlendiriyor.

Şimdi mesela benim karşı karşıya kaldığım tablolardan bir tanesi de şu; okumuyorlar insanlar artık. Hatta televizyon izlemeyeceğim noktasına geliyorlar. Çünkü güven, toplumun medyaya güveni sarsılmış. Medyaya güveni sarsılınca insanlar kaçış psikolojisinde. Mesela başka türlü bana nasıl söylersin. Survavior hep birinci çıkıyor mesela reytinglerde. Flash TV meselesi yadırgayarak söylemiyorum. Ama durum tespiti olarak söylüyorum. Bireyler nasıl gerçeklerden kaçış psikolojisine girerler bazen, toplumlar da öyle. Gerçek şudur ki; bizim toplumumuz şu anda büyük bir sıkıntı yaşıyor ve kaçış psikolojisi içinde.

ABD’DE TRUMP, FRANSA’DA LE PEN, BİZDE DE ERDOĞAN VAR

Ama Survavior öncende birinci çıkıyordu. Biz Popstar diye birşey yaptık, Türkiye’de hayat duruyordu.

Popstar’ı ben de izliyordum. Bülent Ersoylar’ın falan olduğu. İnan bana onunla şimdiki arasında kalite farkı yok mu? Popüler kültürü yadırgamıyorum. Bir kere daha konuşmuştuk seninle bunu. Şimdi popüler kültür dediğin şey, Türkiye’de sorun ne biliyor musun? Bence Türkiye’de temel mesele şu; Türkiye’de popüler siyaset yapılmaya başlandı. Şu anlamda, toplumun geniş kesimleri yoksul, toplumun geniş kesimleri borçlu, aslında sisteme de öfkeli. Sistem dediğin şeyin ana unsurları nedir? Medyaya da öfkeli, yargıya öfkeli, üniversiteye öfkeli. Bunlara statüko diye bakılır değil mi, toplumu bunlar yönetiyor diye. Toplumun bu öfkeleri üzerinde sörf yapan popüler siyasetçiler var şimdi Türkiye’de. Mesela Amerika’da nasıl ki Trump var, nasıl ki Fransa’da Le pen var, bizde de Erdoğan var tamam mı. Popüler bir dalganın üzerinde ve çok iyi bir siyasetçi. Müthiş bir siyasetçi. Dolayısıyla onun üzerinde sörf yapıyor. Ve Erdoğan aynı zamanda popüler kültürü de iyi bilen birisi. Mesela popüler kültürün ana unsurlarıyla konuşuyor, sürekli bir arada. Kiminle fotoğraf verdiğine dikkat ediyorum ben de mesela; sporcusuyla, sanatçısıyla tartışılıyor falan ama çok ince bir işçilik yapıyor orada. Toplumun kılcal damarlarına temas edecek sporcu, magazin figürü, şarkıcı hep bunlarla bir araya geliyor. Popüler siyasetle popüler kültür arasında bir köprü kurdu bence.

Siz de ana muhalefetin sorumlu olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet düşünüyorum. Şuna inanıyorum; Türkiye’de bu partilerin tamamının, iktidar partisi dahil tamamının çökeceğini düşünüyorum. Hepsinin… Hiçbirşey bilmiyorsam ben bu toplumu biliyorum. Toplumun içindeyim ve her gün de yaklaşık 10 bin mesaj geliyor bana. Onların yüzde 90’ını anladığımı düşünüyorum. Bu toplum iktidarın şu andaki halinden de memnun değil, ama alternatif bulamıyor. Ben önümüzdeki süreç içerisinde bu partilerin tamamının çökeceğini, bu liderlerin tamamının değişeceğine inanıyorum hem de hepsinin.

Geçen şey düşündüm; acaba Kemal Derviş, İsmail Cem, Hüsamettin Özkan üçlüsünün kuracağı parti kurulsaydı hayatımız çok başka bir yöne gider miydi?

Tabii ki giderdi. Bir ilave yapayım mı buna? Mehmet Ağar’la Erkan Mumcu’nun hareketi olsaydı merkez sağda, hayat yine de farklıydı bugün. Seçime gidiyorlardı, minimum yüzde 15 alacaklardı ve Türkiye tablosu değişecekti.

Ne oldu orada?

Bence orada bir şekilde mevcut iktidar özellikle de Erdoğan çok akıllı bir manevrayla bütün siyasal alanı dizayn etti. Seçimlere gidiyorduk. Bir anda aday listesinde anlaşamadıklarını söylediler Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu. Sonra ne yaptı Erdoğan, Numan Kurtulmuş’u aldı yanına. O da başka bir partideydi HAS Parti’de. Sonra Süleyman Soylu’yu yanına aldı. Yani Erdoğan.. .Ne diyorlar yabancılar ona? “Yakala hepsini”. MHP’nin de altını oydu şu anda. MHP lider değişimi yapmazsa MHP’de tamamen bitecek. Türk siyasi hayatı kabaca şuna döndü. CHP bu haliyle asla yüzde 30’ları bulamaz. Ama yüzde 20’lerin de altına düşmez. Böyle kalır. Ama bunun ötesinde MHP’de Meral Akşener’li bir hareketin yüzde 20’leri bulma şansı olabilir.

CHP’yi yakalar yani…

Evet. Meral Akşener partinin başına geçerse yüzde 20’leri bulur.

Selin Sayek Böke CHP’nin başına geçerse?

Bana göre çok Aydın Doğan projesi o. Ben onu öyle görüyorum. Dolayısıyla eğer gerçek değilse bile bu algıyla yürüyemez zaten. Çok konuşulan şey şu; “O Aydın Doğan’ın projesi. Çünkü sürekli CNN’e çıkıyor, Hürriyet’te sürekli şey yapılıyor.” O çağ değişti artık. Öyle medya pompalamasıyla falan lider getiremezsiniz. Şimdi soru şu: Toplum özdeşlik kurar mı? Ben baktığımda ‘bu benim gibi’ der miyim ona? Liderde böyle şey lazım. Mesela Erdoğan’da kuruyorsun toplum açısından bakınca.

Kılıçdaroğlu’nda da o duygu var ama…

Partisi yalnız. Partisi halkın içine giremiyor, kılcal damarlara giremiyor. Kılıçdaroğlu yalnız adam. Tek başına. Mesela AKP’yi kim taşıyor? Kadınlar taşıyor. AKP’ye oy verenlerin dışında AKP için kapı kapı dolaşıp oy toplayanlar da kadınlar. Eskiden bunun cemaat yapıyor zannediliyordu, değilmiş.

İMKANI OLAN YURTDIŞINA KAÇIYOR, ÇÜNKÜ BURADA BAŞINA NE GELECEĞİNİ BİLMİYORLAR

Giderek cahil oluyor muyuz? Buna katılıyor musunuz?

Bilmiyorum ki onu. Giderek cahil olmuyoruzdur, neden? Buna katılmıyorum. Bir; iletişim imkanları çok fazla. Herkesin elinde telefon var, şunlar bunlar… Dünyaya açıklık söz konusu. Sonra okullaşma oranı artık çok yükseldi. Giderek cahilleşme değil, ilgi alanlarının kaydırılması söz konusu, duyarlılıkların kaydırılması söz konusu. Niye? Yine programımdan biliyorum yaşı özellikle 50’nin üzerindekiler hele 60’ın üzerindekiler çok bilinçli, çok kaygılı bütün bu gelişmelere çok duyarlı. Daha alt kesimlere gittikçe ilgi alanlarının kaymasını görüyorum orada yani cahilleşme demeyelim ona. Umursamama bir çeşit.

Aman başımıza ne gelerse gelsin…

Evet… Benim tanıdığım bir sürü sanatçı, bir sürü işadamı yurtdışına gidiyor. Aman burda başıma birşey gelmesin. Türkiye’nin en büyük gruplarından biri bilinçli olarak yurtdışına çıkıyor sürekli. Alım satımlar yapıyor. Çünkü burada artık başına ne geleceğini bilemiyorsun ki. Türkiye’de büyük işadamıysan başına ne geleceğini bilemiyorsun. Sürekli yurtdışına gdiyor, orada alım yapıyor, satım yapıyor. Çünkü oraya yerleşmeye çalışıyor insanlar. Bunun daha mikro ölçeğinde belli bir gelir seviyesine sahip bir sürü insan çoluğunu çocuğunu yurtdışına götürmekten bahsediyor. Çok görüyorum, duyuyorum bunu. Çok var.

ERDOĞAN ÇAĞIRSIN UÇAĞINA DA BİNERİM, SARAYINA DA GİDERİM

Siz de buralara gelmemizde ‘yetmez ama evet’çilerin sorumluluğu olduğu kanaatinde misiniz?

Evet… Ben Türkiye’de bir saflık şampiyonası düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu saflık şampiyonasından kim birinci çıkar? Kim safmış kim değilmiş herkes kendini değerlendirsin… Ama ben televizyonda hemen hemen her gün liberal entellektüel isimlerden birini koyuyorum. Adalet Ağaoğlu öyle dedi “enayiymişim” dedi. Sonra Osman Can konuştu. Tek adamllıkla ilgili eleştirel bir yaklaşım sergiledi. Bir gün sonra Elif Şafak Guardian’a konuştu o da yine baskı ortamından yakındı. Herhalde Hasan Cemal ile Cengiz Çandar bin bir pişman. Onlar da yetmez ama evetçiydi. Ahmet Altan herhalde bin pişman. Ama ne diyorlar; son pişmanlık fayda etmez! Entellektüel adam kuşkucu olacak. İktidarla arasına mesafe koyacak. Türkiye’deki sorun mesafe sorunu. İktidarın büyüsüne kapılıyor insanlar, mesafe koyamıyorlar. Ben o uçaktaydım yahu. Erdoğan’ın Hasan Cemal’e ilk defa “Hasan Abi” dediğinde ben oradaydım. Şimdi geldiğimiz noktada Hasan Cemal’le ilgili 3 tane dava var, Cumhurbaşkanına hakaretten. Cengiz Çandar bu ülkedeki bu ülkede Batılı anlamdaki en nadir gazetecilerden biridir. Onun hakkında da ya 2 ya da 3 tane dava var cumhurbaşkanına hakaretten. Ve yazamıyorlar şimdi bunlar.

Cumhurbaşkanının uçağına binmek ne kadar doğru gazeteci olarak?

Bu dünyanın her yerinde böyledir. Bugün çağırsın beni Erdoğan ben uçağına giderim. Bugün beni çağırsın ben sarayına giderim. Giderim ama sorumu da sorarım. Kaynak: Nokta Dergisi

İsmail Küçükkaya, nokta, nokta dergisi, dergi, nokta, nokta haber, nokta dosyaları, nokta, araştırma, haber, nokta dosya, haber, nokta 43 sayı, nokta mart sayısı, nokta 2016, nokta özel haber, nokta 14 mart sayısı, armağan çağlayan, Fatih Portakal, Fox TV, Akşam gazetesi, Korkma kitap,

Facebook Hesabınız Üzerinden Yorum Yapın