Gündemin sıcak gelişmeleri: ‘Yıldırım Israrın sonu hayır olmaz’
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Pazartesi günü yapmayı planladığı bağımsızlık referandumu kararının “yanlış” olduğunu ve bu yanlışta ısrar etmenin “sonunun hayır olmayacağını” söyledi.
Yıldırım, Kırşehir’de gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu yanlışta ısrar devam ediyor. Bütün dünyanın karşı olduğu, komşularının hiçbirinin istemediği bu yanlışta ısrar etmenin sonu hayır olmaz” dedi.
Sınır ötesi bir operasyonun seçenekler arasında olup olmadığına dair bir soru üzerine ise Yıldırım, “Gayet tabii” yanıtını verdi ve güvenlik, ekonomik ve siyasi seçeneklerden hangisinin ne zaman devreye gireceğinin gelişen şartlara bağlı olacağını vurguladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu da Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon konusunda hükümete verilen yetkinin bir yıl daha uzatılmasını öngören Başbakanlık tezkeresini görüşmek üzere olağanüstü toplandı.
Irak’tan referandum ziyareti
Türkiye’nin IKBY bağımsızlık referandumuyla uyarıları devam ederken, Irak Genelkurmay Başkanı Osman Ganimi de Ankara’ya geldi.
Anadolu Ajansı’nın (AA) haberine göre, Ganimi’nin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile görüşmesi bekleniyor.
AA’nın haberinde, Akar ve Ganimi’nin “IKBY referandumu, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve terörle ortak mücadele konularını” ele alacakları belirtildi.
Irak ve Suriye tezkeresi kabul edildi
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sınır ötesi operasyon yetkisi veren tezkerenin süresinin bir yıl daha uzatılması Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi.
Tezkereye Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi ‘evet’ oyu verirken Halkların Demokratik Partisi ‘hayır’ dedi.
Bakanlar Kurulu sıralarındaki HDP’li Bakanlar Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca’nın da tezkereye ret oyu verdikleri görüldü.
Tezkere, TSK’nın gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasını düzenliyor.
CHP, MHP, HDP’den ortak tavır
TBMM, Seçim Hükümeti’nde yer alan bağımsız bakanların yemin etmesi ile Irak ve Suriye tezkeresinin görüşülmesi için 3 Ekim’de olağanüstü toplandı.
Irak ve Suriye tezkeresinin görüşülmesi öncesinde seçim hükümetinde yer alan bağımsız bakanların ‘bağımsızlığı’ konusunda tartışma yaşandı. ‘Bağımsız’ olmadıkları gerekçesiyle de yemin etmemeleri oylandı. CHP, MHP ve HDP ilk kez aynı oyu kullandı ve yemin etmelerine karşı çıktı.
Oylama sonucu ise krize neden oldu. Kriz, üçüncü oylamada ancak aşılabildi. 233 hayır oyuna karşı 245 evet oyu alan bakanlar da sırasıyla kürsüye gelerek yemin etmeye başladı.
Bu sırada CHP Samsun Milletvekili Hayati Tekin ile Adalet Bakanı Kenan İpek arasında gerginlik yaşandı, AKP ve CHP’li vekiller birbirlerinin üzerine yürüdü.
CHP Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün, olay sonrasında Bakanlar Kurulu sırasında oturan Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın silahına davrandığını öne sürdü. Kılıç ve AKP’liler, bunun silah değil, cep telefonu olduğunu savundu.
CHP oyunun rengini neden değiştirdi?
Yemin krizi sonrası, Irak ve Suriye tezkeresinin görüşmelerine TSİ 17.30’da ancak geçilebildi. Tezkerenin görüşmeleri de akşam saatlerine kadar sürdü. HDP, tezkereyi ‘savaş tezkeresi’ olarak niteledi ve ‘hayır’ dedi.
Geçen yıl yapılan oylamada ‘hayır’ oyu veren CHP ise bu kez ‘evet’ dedi.
BBC’ye sorularını yanıtlayan CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, bir yıl önceki tezkere metninde doğrudan Suriye’deki Şam merkezi yönetimini hedef aldığını söyledi.
O dönemde Türkiye’nin komşusu olan ülkelerin içişlerine müdahaleyi doğru bulmadıkları için ‘hayır’ dediklerini ifade eden Altay, yeni tezkerenin ise böyle olmadığını savundu.
Altay, “Şu an Türkiye, PKK ve IŞİD terör örgütlerinin ciddi saldırısıyla karşı karşıya. Bu iki terör örgütü de Irak ve Suriye merkezli. Bu bakımdan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elini zorlaştıracak bir hamle içinde olmamız düşünülemez” dedi.
Mesut Barzani: Bağımsızlık referandumu ertelenmeyecek
Pazartesi günü bağımsızlık referandumuna gitmeye hazırlanan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) başkanı Mesud Barzani, başkent Erbil’de düzenlenen mitingde konuştu. Barzani referandumun ertelenmeyeceğini söyledi.
Mesud Barzani, “Üzerimizde (referandumu) ertelememiz, Bağdat’la diyaloğu sürdürmemiz için baskı var. Başarısızlıkla sonuçlanan bir tecrübeyi yeniden deneyimlemeyeceğiz” dedi.
Barzani, Bağdat yönetimi ile referandumdan sonra diyaloğa hazır olacaklarını söyledi.
“Burada bağımsız bir Kürdistan’a ‘Evet’ demek için toplandık” diye konuşan Barzani, Iraklı yetkilileri “Kürdistan halkının haklarını reddetmekle” suçladı.
Barzani, “Ne sınırları çizeceğiz, ne de bölgelere statükoyu empoze edeceğiz. Irak ordusu ve uluslararası koalisyonla işbirliği yapmaya hazırız” dedi ancak gerekirse bedel ödemeye hazır olduklarını da söyledi.
IKBY Başkanı “Bağımsızlık için, ödenmesi gereken bedeli ödemeliyiz, çünkü özgürlüğü boyun eğmeye ya da baskıya tercih ediyoruz” diye konuştu.
Irak: Referandum anayasaya aykırı
Irak Başbakanı Haydar El İbadi ise referandumun yasadışı ve anayasaya aykırı olduğunu söylemişti.
Referandumu reddeden bir karar alan Irak Parlamentosu ise El İbadi’den Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyup ayrılıkçı hareketlerle mücadele etmesi konusunda gerekli tüm tedbirleri almasını istemişti.
Irak Parlamentosu’nun yanı sıra Anayasa Mahkemesi de referandum kararının askıya alınmasına hükmetmişti.
Parlamento 14 Eylül’de, referandumun düzenlenmesi gerektiğini savunan Kerkük Valisi’ni de görevden almış, fakat Vali Kerim bu kararın yasalara aykırı olduğunu öne sürerek görevine devam edeceğini açıklamıştı.
Erbil yönetimi ise Bağdat’ın sistematik biçimde petrol gelirlerinin eşit paylaşımını engellediğini de iddia ediyor ve bundan sonra sorunlarının Irak içinde çözülemeyeceğini öne sürüyor.
Fakat IKBY içinde referanduma çeşitli gerekçelerle karşı çıkan Kürtler de var. IKBY ile sınırı bulunan İran ve Türkiye de Irak gibi bu referanduma karşı çıkıyor.
Referandum tarihi yaklaşırken bağımsızlık tartışmaları yerine IŞİD ile mücadeleye odaklanmak gerektiğini vurgulayan bazı Batı ülkelerinin, IKBY’ye referandumu ertelemeleri için çeşitli öneriler sunduğu öne sürülmüştü.
Barzani ise son mitingi öncesi de, kendilerine gelen önerilerin referandumu erteletecek düzeyde bir öneri olmadığını söyleyerek referandumu gerçekleştirme konusunda kararlı olduklarını söylemişti.
IKBY referandumu kime ne kazandırabilir, ne kaybettirebilir?
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) 25 Eylül’de yapılacak bağımsızlık referandumunda, seçmen şu soruyu yanıtlayacak:
“Irak merkezi yönetimi dışındaki Kürdistan bölgesinin bağımsız bir devlet olmasını istiyor musunuz?”
Sandığa gideceklerin çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu ve özerklik talaplerinin güçlü bir tarihi olduğu düşünülürse, ‘evet’ oylarının kazanacağı neredeyse kesin.
Ancak Kürtlerin kontrolündeki bölgelerde yaşayanlar ne karar verirse versin, referandumun yönetimdeki yansımaları hemen kendini göstermeyecek.
Yani İngiltere’nin Avrupa’dan ayrılış süreci Brexit gibi, bir “Kexit” süreci beklenmiyor.
Peki o zaman neden referandum yapılıyor? Neden şimdi?
Kürdistan’da iç siyaset son dönemde referandumun çevresinde şekillendi. IKBY Başkanı Mesud Barzani görev süresini aştı bile. 1 Kasım’da gerçekleşecek seçimlere kadar da sembolik olarak da olsa bağımsızlık sürecini başlatmak istiyor.
Aynı zamanda, önümüzdeki 5 ya da 10 yılda Birleşmiş Milletler’in (BM) tanıdığı bir devlet olabilmek ve Irak’tan çıkmak için gerekli uluslararası desteği sağlamak adına, Kürtlere verilmiş bir talimat.
IKBY 1991 Körfez Savaşı’nın sonunda Saddam Hüseyin’in güçleri Irak’ın kuzeyinden çekildikten sonra kendi parlamentoları, bakanlıkları ve askeri güçlerini oluşturarak özerk oldu.
Ancak geçmişe baktıklarında birçok Kürt, keşke böyle kalsaydı diyor. Oysa 2003’te ABD’nin işgali sırasında Irak’a geçici olarak yeniden bağlanan bölge, karşılığında hem ABD hem de Irak Merkezi Yönetimi’nden yarı-özerk kalmaları için söz aldı.
Bağdat ile IKBY’nin arası açıldığında, iki bölge arasında petrol ve sınır değişiklikleri konusundaki müzakereler de düğümlendi. Barzani, Irak’ta kalma kararının “büyük bir hata” olduğunu açıklamıştı.
Kürtler, son 14 yılda petrol rezervlerinin olduğu ve Kerkük eyaleti gibi Kürt olmayan nüfusun da yaşadığı bölgeleri de kuşatmak için fiziksel denetimlerinin olduğu alanları çoğalttı.
Irak-Türkiye petrol hattı projesinde olduğu gibi uluslararası yatırımcıları çekerek günde 600 bin varil petrolü ihraç etti.
Yine de IKBY bir devletin sahip olması gereken nihai yetkilere sahip değil. Bunun yanında Bağdat sık sık Kürtleri petrol satışlarını bozmakla tehdit ediyor.
Şimdi ne olacak?
Irak, Türkiye, İran ve uluslararası toplum, gösterdiği çabalara rağmen IKBY’i referandumu ertelemeye ikna edemedi.
Türkiye söylemde referandumu kınayacak ama büyük ihtimalle sınırları ya da petrol hattını kapatmayacaktır. İran ve İran’ın desteklediği Şii militanların ise güçlü bir hazırlık yapmış Kürt savunma güçlerini tehdit edeceğini düşünmek güç.
Irak’ta gizlice bana bilgi veren birçok siyasetçi, IKBY’nin bağımsız bir devlet olma yolunda yavaş ve sağlam adımlarla ilerlediği görüşünü paylaşıyor.
Ama Iraklı hiçbir lider ülkenin kendi yönetimi altındayken parçalara bölündüğünü görmek istemiyor. Bu yüzden açıkça bunu paylaşmıyorlar.
Bunun devamında da Bağdat IKBY’nin gücünü artıracak yetkileri tanıyacak müzakereler için teklif götürebilir.
İki taraf da Kerkük gibi tartışmalı bölgeler üzerinde tartışır ki bu, 2003’ten beri devam eden bir konu.
Bu nedenle Kürdistan referandumundan sonra hayat, referandumdan öncesine göre çok da farklı olmayabilir.
Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon tezkeresinin süresi bir yıl uzatıldı
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu, Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon düzenlenmesi konusunda hükümete verilen yetkinin bir yıl daha uzatılmasını öngören tezkereyi oylamak üzere toplandı. Genel Kurul’da yapılan oylamada, tezkerenin süresi bir yıl daha uzatıldı.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Grup Başkanvekilleri Mustafa Elitaş, Naci Bostancı ve Mehmet Muş, 213 milletvekilinin imzasıyla Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağıran yazıyı Cuma akşamı TBMM Başkanı İsmail Kahraman’a sunmuştu.
TBMM’nin üçüncü yasama yılı çalışmalarına 1 Ekim’de toplanması öngörülüyordu. Bir önceki tezkerenin süresi ise 30 Ekim’de doluyordu.
Ancak, tezkerenin süresinin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Pazartesi günü yapmayı planladığı bağımsızlık referandumu öncesinde uzatılması amacıyla TBMM Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağrılarak, oylama yapıldı.
Tezkerenin uzatılma gerekçesi, “Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı milli güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiye’nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye’ nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin hükümetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için” olarak açıklandı.
AKP, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) tezkereye destek verirken, Halkların Demokratik Partisi ise ret oyu verdi.
Genel Kurul oturumunda hükümet adına söz alan Savunma Bakanı Nurettin Canikli, IKBY’nin referandum kararını sert bir dille eleştirdi.
Canikli, “Böyle bir oluşum orta ve uzun vadede hayatta kalma şansı yoktur. Kısa vadede türkiye böyle bir oluşuma müsaade etmeyecektir. Çünkü bu oluşum doğrudan Türkiye Cumhuriyeti devletini ve milletini, güvenliğini ve bütünlüğünü hedef almaktadır” dedi.
Canikli, “Türkiye’nin terör örgütü tarafından yönetilecek böyle bir oluşuma müsaade etmeyeceğini” de sözlerine ekledi.
CHP’den hükümete eleştiri
Oturumda CHP adına söz alan Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz, hükümetin Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yaparken, IKBY Başkanı Mesud Barzani ile kurduğu yakın ilişkiyi eleştirdi.
Yılmaz, “Irak’ın toprak bütünlüğü esastır. Siz bunu ciddiye mi alıyorsunuz, imaj mı boyuyorsunuz? Şimdi siz orada tatbikat yapıyorsunuz, Habur’dan TIR’lar vızır vızır geçiyor. Hem Irak’ın toprak bütünlüğünü savunduğunu söylüyorsunuz hem de Barzani’nin Ankara’da ofisi duruyor. Burada net olmak lazım, dış politikada yapmayacağınız hiçbir şeyi söylememeniz lazım” diye konuştu.
Tezkereye destek veren MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay, Türkiye’nin kendisinin inisiyatif alması gerektiğini belirtti.Cumartesi günkü oturumda partisi adına konuşan Akçay, “Hiçbir meşru tarafı olmayan bölücü girişimler ülkemiz açısından riskler oluşturmaktadır. Irak’ın işgali sonrasında ülkenin parçalara ayrılma projesinin benzeri Suriye’de sahnelenmektedir” dedi.
HDP ise tezkereye ‘hayır’ oyu vereceğini açıkladı.
HDP Sözcüsü Osman Baydemir, Cuma akşamı düzenlediği basın toplantısında, “savaş ve ırkçı politikalara ‘hayır’ demek için” tezkereye ret oyu vereceklerini söyledi.
Baydemir, Cumartesi günkü oturumda yaptığı konuşmada ise TBMM’nin 1 Ekim’de toplanacak olmasına karşın, tezkereyi ele almak üzere olağanüstü toplanılması kararını eleştirdi.
Baydemir, “AKP-MHP ve şer örgütlerinin yaptığı ittifak bu ülkeyi hiçbir zaman olmadığı kadar büyük badirelerle karşı karşıya getirmiştir. Bu tezkerelerin hiçbir aciliyeti yoktur. Niçin bu tezkere için Meclis toplanıyor. Çünkü, hükümet 3 yıldır, kutuplaştırma, çatışma ile iktidarını uzatma aracı haline getirmiştir” dedi ve bunu, ” 40 milyonluk Kürt halkına düşmanlık tezkeresi” olarak nitelendirdi.
Almanya seçiminde Türkiye gündemi: ‘Biz burada paralel bir toplumuz’
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Pazar günü yapılacak Federal Meclis seçimleri sonrası 4. kez başbakanlık koltuğuna oturması bekleniyor. Merkel, seçim öncesi verdiği son röportajında “Türkiye’deki sorunların Almanya’ya taşınmasını istemiyoruz” dedi. Ancak Türkiye, Almanya’da seçim kampanyası boyunca siyasetçilerin dilinden düşmedi.
Yaklaşık 700 bin Türkiye kökenli seçmenin bulunduğu Almanya, seçim sürecinde bu göçmenler ve ülkedeki entegrasyon sorunlarından ziyade, Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı konuştu.
Hem Almanya’dan, hem de Türkiye’den yapılan karşılıklı açıklamalarla, iki ülke arasındaki gerilim arttı. Almanya’da yaşayan yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenli göçmen bu gerilimi en çok hisseden grup oldu.
Almanya’da Türklerin en yoğun yaşadığı Köln kentindeki Türk mahallesi Keupstraβe’de, Türkiye’deki tüm siyasi ve kültürel gruplaşmaları ve tartışmaların yansımalarını görebilmek mümkün.
Yaklaşık 40 yıldır Almanya’da yaşayan ve Ford fabrikasında sendika temsilcisi olan Muharrem Kızılkaya bu durumu, “Hani Türkiye’de paralel devlet tartışması var ya, biz de burada paralel bir toplum olduk” diye özetliyor.
‘Erdoğan’ın çağrısı Aleviler üzerinde etkili olmaz’
Keupstraβe, Almanya’da adeta küçük bir Türkiye. Her görüşten ve bölgeden Türkiyeli göçmenin bulunduğu caddeye ulaşmadan karşınıza Hacı Bektaş-ı Veli Alevi Cemevi çıkıyor.
Cemevi Dernek Başkanı Nazlı Bektaş, “Türkiye’de olup bitenler beni rahatsız ediyor ama beni hiç etkilemiyor. Çünkü ben buradaki yaşantıma bakıyorum ve buradaki yaşantım için doğru bulduğum partiye oy veriyorum” diyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ağustos ayında Almanya’daki Türkiye kökenli seçmenlere seslenmiş, “Türkiye düşmanı olan partilere sakın ha, oy vermeyiniz. Sakın. Türkiye dostu olanlarla beraber olun. Küçük partiymiş falan buna da bakmayın, onları büyütelim” demişti.
Bektaş, yakın çevresinde oy tercihini değiştiren çok az insan olduğunu ancak iş arkadaşları arasında Türkiye’de söylenenlerden etkilenenler olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Erdoğan’ın Almanya’ya karışması çok yanlış bir şey…Bunlar Erdoğan’ı hiç ilgilendirmeyen konular. Önce demokrasiyi kendi memleketine getirsin, sonra yurtdışına karışsın. Neden buradaki insanların hayatını karıştırıyor.”
PKK’ya yakın duran partilere tepki
Caddenin girişinde bir kafenin önünde ise Bulgaristan’dan göç ettiklerini söyleyen, Türkçe konuşan Kürtler oturuyor. Kapının ağzında duran kafe işletmecisi Ahmet, “Erdoğan da her şeye parmağını sokuyor” diye sohbete katılıyor.
Kürtler Almanya’da daha çok Sol Parti’ye (Die Linke) yakın duruyor. Çoğu Türk göçmen ise Almanya’daki bazı siyasi partilerin özellikle PKK’ya yakın duruşuna tepkili.
Hamburg’daki Evangelischen Hochschule’den Türkiye uzmanı Dr. Yaşar Aydın da buna dikkat çekiyor ve “Sol Parti Kürt ulusal hareketiyle ve PKK’yla epey yakın işbirliği içerisinde. Bu yüzden Sol Parti’ye bir tepki var” diye konuşuyor.
Sokaktaki birçok Türkiyeli göçmen, Almanya’da PKK yandaşlarının sık sık gösteri yaptığına ancak AKP’li siyasetçilerin Almanya’daki mitinglerine izin verilmemesine dikkat çekerek tepki gösteriyor.
‘Mevcut partiler haklarımızı korumuyor’
Caddede biraz daha ilerledikten sonra başka bir kafenin önünde duran bir grup arasındaki Yaşar Mumci, “Ben burada oy kullanamıyorum ama eşim yeni kurulan AD-D’ye verecekmiş. Bizim hakkımızı koruyan başka bir parti yok ki” diyor.
Alman Demokratlar Birliği (AD-D) Haziran 2016’da Türkiyeli göçmenler tarafından kuruldu. Seçim kampanyasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğraf ve ses kayıtlarını kullanıyor.
AD-D’nin Kuzey Ren Vestfalya Bölge Başkanı Selçuk Cingi, partiyi kurmaya geçen yıl Almanya Federal Meclisi’nin, 1915 olaylarını “soykırım” olarak niteleyen tasarıyı kabul etmesinin ardından karar verdiklerini belirtiyor.
‘Ermeni Soykırımı’ tasarısıyla gelen kırılma
Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin bir kısmının Alman siyasi partilere asıl küskünlüğü, bu tasarının kabulüyle başlamış.
Selçuk Cingi, “Son senelerde Almanya’nın siyaseti hepimizin zoruna gittiği için siyasete karıştık. Buradaki siyasetçiler ve partiler, Türkiye’nin ve buradaki Türklerin sırtından siyaset yapmaya başladı. Herkes Türkiye uzmanı olmaya başladı. Ama bizlere ne düşündüğümüzü soran olmuyor” diyor.
Yaşar Aydın da Türkiyeli göçmenlerin şu ana kadar en çok oy verdiği parti olan Sosyal Demokratlara (SPD) bu tasarıdan dolayı bir kızgınlık olduğunu söylüyor:
“Özellikle Türkiye kökenli vekillere karşı, ‘Hiç değilse gitmeseydiniz, uzak dursaydınız’ diye bir eleştiri var. Yeşillere, parti eş başkanı Cem Özdemir’in ön plana çıkmasından ötürü çok eleştiri var. Ben bu nedenlerle birçok kişinin seçimlerden uzak duracağını düşünüyorum.”
Merkez partilerde AfD etkisi
Almanya’da merkez partileri aslında en çok endişelendiren konu, sağcı, İslam ve göçmen karşıtı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi’nin alacağı oy oranı.
Geçen yıl göçmen krizinin zirve yaptığı dönemde destek oranı yüzde 15’lere kadar çıkan partinin, genel seçimde yaklaşık yüzde 12 oy alması bekleniyor.
Ancak siyasi uzmanlar, birçok kişinin anketlerde AfD’ye oy vereceğini söylemekten çekindiğini, gerçek oy oranının daha yüksek olabileceğine dikkat çekiyor.
Merkez partiler AfD ile koalisyona gitmeyeceğini açıkladı. AfD’nin yarattığı dolaylı etki ise, tüm merkez partilerde görülüyor.
Essen’deki Türk Çalışmaları ve Entegrasyon Araştırma Merkezi’nden Caner Aver, “Almanlar da bu seçimde kendilerini o popülist trenine yerleştirdiler, o trenle de gidiyorlar şu an. Muhtemelen sağ kesimden, AfD’den seçmen toplamaya çalışıyorlar. Bütün diğer partiler oy kaybediyor. Dolayısıyla o kitlelerden de popülizm ile oy çalmaya çalışıyorlar” diyor.
Federal Meclis’te SPD’den iki dönem milletvekilliği yapmış olan Lale Akgün de, “AfD yüzde 10’un üstünde oy alıp 3. parti olarak parlamentoya girerse Türkiye’nin peşini bırakmaz. Doğru düzgün bir parti politikası yok. Sadece kutuplaşmayı malzeme edip ortaya çıkacaklardır. AfD, başka bir içeriği olmadığı için yatıp kalkıp Erdoğan, İslam ve Türkiye’yi malzeme edecektir” diye konuşuyor.
Türkiye ile Almanya arasındaki gerilimin arttığı günlerde Türk basınında Angela Merkel’i Hitler’e benzeten haberler yayınlanmıştı
Gerilim seçimden sonra azalır mı?
Peki seçim öncesi bu kadar artan gerilimin, Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin hayatını zorlaştırma ihtimali var mı?
Yeşiller Partisi’nden milletvekili adayı Gönül Eğlence’ye göre, artan gerginlik eninde sonunda Almanya’da yaşayan Türkiye kökenliler için dezavantaj oluyor.
Gönül Eğlence, “Mesela iş başvurusuna gittiğinizde, ya da ev ararken Türkiye kökenli olduğunuzu duyduklarında ‘Siz AKP’li misiniz?’ diye sorularla karşılaşabiliyorsunuz… İnsanlar hangi taraftan olduğunuzu öğrenmeye çalışıyorlar.
Dolayısıyla Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin hayatı bu gerginlik içerisinde gittikçe zorlaşıyor. Siyasiler de uyum politikasında gittikçe sertleşmeye başlıyorlar…” diyor.
Dr. Yaşar Aydın da iki ülke arasındaki gerilimin Almanya’daki Türkiyeli göçmenleri “İki arada bir derede” bıraktığını söylüyor:
“Buradakilerin yaşamı şöyle etkileniyor; Türkiye’ye karşı abartılı bir şekilde eleştirel olmanız bekleniyor. Haklı olduğu yerleri söyleyemiyorsunuz mesela.
“Akla kara gibi oldu. Hemen insanlara ‘Erdoğan’dan yana mısın, değil misin?’ gibi sorular geliyor. Muhafazakar insanlarlar, özellikle kadınlar mağdur oluyor başörtüsünden dolayı.”
‘Türkiye tartışması hemen hemen her eve girdi’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaşananların seçim dönemine özgü söylemler olduğunu, seçimin ardından söylemin yumuşayacağını tahmin ettiğini söylemişti. Ancak Almanya’daki Türkiyeliler bundan çok emin değil.
Kuzey Ren Vestfalya’da Yeşiller Partisi’nden iki dönem eyelet parlamentosu milletvekilliği yapmış olan Arif Ünal, “Gerçekten Türkiye tartışması hemen hemen her eve girmiş durumda. Türkiye Almanlar için yabancı bir ülke değil.
Bağlantıları var, bu yüzden ilgililer de. Buradaki gelişmeler çok endişe verici oldu ve seçimden sonra yumuşayacağını da zannetmiyorum” diyor.
Muharrem Kızılkaya da “Cumhurbaşkanının (Erdoğan) müdahil olması inanın buradaki vatandaşa çok kötü dönecek. Ve Almanlar bunun hesabını yapıyor da…” diye konuşuyor.
Türkiye ile Almanya arasındaki gerilim seçimden sonra dinse bile, Almanya’daki Türkiyeli göçmenler üzerindeki etkisi ve “küçük Türkiye’deki” tartışmaların süreceği görülüyor.
Angela Merkel: Almanya’da 4. kez başbakanlığa yürüyen eski kimyager
Angela Merkel, 2005’ten bu yana Almanya’yı yönetiyor.
Küresel finansal kriz, göçmen politikası tartışmaları ve Brexit’in Avrupa Birliği’nde yarattığı çalkantıyla boğuştu.
Ve 4. kez başbakan seçilme yolunda ilerliyor.
Yüzlerce, daha sonra binlerce Doğu Alman, olacaklardan biraz kuşku duyarak kenti ikiye ayıran, bir zamanlar geçilmesi imkânsız duvara doğru yürüdü ve hiçbir müdahaleyle karşılaşmadan ünlü Berlin Duvarı’nı geçebildiklerini gördü.
Dakikalar sonra ellerinde kazma ve baltalarıyla gençler, kendilerini Batı’dan ayıran o duvarı yıkmaya başlamıştı.
Onlar şarkılar söyleyip mumlar yakarken, muhabirler kameralara yaşananları anlatmaya çalışıyordu.
Demir perde aralanmıştı. Berlin Duvarı düşüyordu. Yaşananlar, 20. yüzyılın dönüm noktalarından biriydi.
Ve Angela Merkel o sırada haftalık sauna tatilindeydi.
Yıllar sonra o akşamı şöyle anlatacaktı: “Bir Perşembeydi. Perşembeleri benim sauna günüm, bu yüzden saunaya gitmiştim.”
Merkel o akşam sonunda Batı’ya geçme cesaretini gösterdi – ve sonraki gün bir kez daha geçti. Ama hiç acele etmeden…
“Sınır açıldıysa, bir daha kapanmasının çok zor olacağını tahmin ettim”
Bu cevap tam da genç bir kuantum kimyagerinin vereceği türden bir cevaptı. Merkel’in, yaşanan bu büyük dönüşüm karşısındaki telaşsız, tahlile dayanan yaklaşımını daha sonra tüm dünya tanıyacaktı.
2005’ten bu yana Almanya başbakanı olan, dünyanın en çok tanınan isimlerinden Angela Merkel bu yüzyılın en dayanıklı ve güçlü liderlerinden biri.
İngiltere’siz bir Avrupa Birliği’nin geleceğini planlıyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın kaotik yönetiminde, sessizce yeni küresel işbirliklerini pekiştiriyor.
Takdir edenleri/hayranları onu Batı’nın demokratik değerlerinin son savunucusu olarak görüyor.
Ancak ona saygı duyan çok kişi olsa da, Yunanistan borç krizi, mülteci politikası ve çevre konularındaki tavizsiz duruşu nedeniyle Merkel’i kötüleyenler ve karikatürize edenler de var.
Tüm bunlara rağmen, Merkel hakkında çok az şey biliyoruz. O, kendi ülkesinde bile gizemli bir figür.
Almanya Başbakanı, özel yaşamının gizliliği konusunda kötü bir üne sahip.
Ailesini, arkadaşlarını, hatta çalışanlarını titizlikle gözlerden uzak tutuyor.
Eşi Joachim Sauer kamuoyu önüne çok az çıkıyor. Bilim insanı olan Sauer, ilk eşinin soyadını taşıyan Merkel’in ikinci eşi.
Merkel’in eşi ve sırdaşları, onun çevresinde, büyüdüğü Uckermark bölgesinin sık ormanları gibi girilmesi imkânsız bir daire oluşturuyor.
Merkel ve eşi, bazı haftasonlarını hâlâ o ormanlarda geçiriyor.
Merkel’i, politikalarını ve motivasyonunu anlamak için, bir zamanların komünist Doğu Almanya’sındaki pek de sıradan olmayan çocukluğuna bakmak gerekiyor.
Otoparkta genç birer erkek ve kadın ziyaretçileri güven veren büyük bir gülümsemenin eşlik ettiği resmi bir el sıkışmasıyla selamlıyor.
Evin sakinleri, Angela Kasner’in çocukluğunda da olduğu gibi öğrenme güçlüğü olan yetişkinler. Lüteriyen bir papaz olan babası, Angela doğduktan kısa bir süre sonra ailesini Hamburg’dan buraya taşımış.
Hemen herkesin batıya göç ettiği bir dönemde, Kasner ailesi doğuya gidiyordu… Sınır henüz kapanmamıştı. Demir Perde 7 yıl sonra çekilecekti ama komünist Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki rejim yine de baskıcıydı.
Muhalif olarak görülenlerin pek fazla şansları yoktu. Hiçkimse Rahip Kasner’i hangi nedenin buraya götürdüğünden emin değil. Ama kararında iş imkânının etkili olduğu düşünülüyor. Bir din adamı olarak, birçok Doğu Almandan daha özgür bir yaşamı olacaktı.
Bu yılları, gelecekte Merkel’in karşısına sık sık çıkacaktı. Yıllar sonra gazeteler boy boy onun gençliğinden, Özgür Alman Gençliği hareketinin üniformalarıyla çekilmiş fotoğraflarını basacaktı. Merkel ise hareketteki rolünün oldukça pasif olduğunu ısrarla yineleyecekti.
2013’te verdiği bir röportajda “Güvenebileceğim tek şey hatıralarım. İşlerin seyri değişirse, bununla başa çıkabilirim” demişti.
Babasının gençlik hareketine katılmasına izin vermediği Schöneich, Merkel’de hem anne hem de babasının etkilerini görebildiğini söylüyor.
Merkel’in annesi öğretmendi ancak aile Doğu Almanya’ya taşınınca çalışmayı bırakmak zorunda kaldı. Siyasi olarak aktif bir kadındı. Yerel sosyal demokrat partinin başkanlığını yapıyordu.
Merkel’in annesiyle yakın olduğu biliniyor. Güncel siyasi sorunları hâlâ annesiyle tartışıyor. Hamburg’daki son G20 Zirvesi’nden de çıkıp annesinin doğum günü kutlamalarına gitmişti.
Schöneich “Merkel’de ikisini de görebilirsiniz. Babası çok kariyer odaklıydı. Merkel de öyle. Annesi de herkesin sevdiği, sevgi dolu bir kadındı” diyor.
Schöneich’e göre Merkel’in siyasi stratejisi iyi bir satranç oyuncusununkine benziyor. Ancak aynı zamanda kararlarında vicdanının da sesinidinliyor.
“O başbakan olduğunda, Templin’deki birçok kişi buranın canlanacağını umdu. Onlara ‘Yanılıyorsunuz, bunu yapmak, taraflı görünmek istemez’ dedim.”
Berlin Duvarı yıkıldığında Merkel 35 yaşındaydı. Üniversite eğitimi almış, 20’lerinde evlenip boşanmıştı. Hatta onun bir dönem bir işgal evinde bile yaşadığı söyleniyor. Ancak onun jenerasyonu, seyahat özgürlüğü de dahil birçok özgürlükten yoksun bırakılmıştı.
Merkel de sık sık Demir Perde arkasındaki gençliğine atıfta bulunarak, tutkulu bir şekilde bireysel özgürlüklerden bahsediyor.
Trump’ın ABD başkanı seçilmesinin ardından, Meksika sınırına duvar örme planından dehşete düşen Merkel, Trump’a batı değerlerine, ‘etnik kökenine, cinsiyetine, cinsel tercihine ya da siyasi inancına bağlı olmaksızın demokrasi, özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve insan onuruna’ bağlı kalması gerektiğini hatırlatmıştı.
Templin’den gelen bu kadının karakteri, kesin bir şekilde kendi ülkesinin çalkantılı tarihiyle şekillenmişti.
Merkel belki de 1989’un o Kasım akşamı sokağa çıkıp, şarkılar eşliğinde duvarın yıkılışını izleyenlerden biri değildi ama yıllar sonra, yeni Almanya’nın lideri olarak, dünyada onun sesi yankılanacaktı.
Himaye altındaki kadın
Çevre Bakanı kötü bir gün geçiriyordu.
Toplanan kalabalık öfkeliydi. Bağırıp, yuhalayarak ellerindeki pankartları sallıyorlardı. Kimsenin köylerine yeniden işlenmiş nükleer atıkları göndermesine izin vermeyeceklerdi.
Angela Merkel onları ikna etmekte zorlanıyordu. Yıl 1997’ydi ve Merkel’in Çevre ve Nükleer Güvenlik Bakanı olarak 3. yılıydı.
O yıllarda Helmut Kohl’un hükümeti Almanya’daki nükleer santrallerin atıklarını işleyerek saklanması için Gorleben ve çevresine gönderiyordu.
Bölgede yaşayanlar bundan hiç de memnun değildi. Almanya’nın çevreci lobileri de… Bazı protestocuların öfkesi şiddete döndü. Binlerce kişi sokaklara döküldü. Bu ulusal bir skandaldı ve lekesi yıllarca Merkel’in üzerinde kalacaktı.
Ama Duvar’ın çöküşü sonrası kendisine katılacak bir siyasi parti arayan Merkel, yine de çok yol katetmişti.
Ama Duvar’ın çöküşü sonrası kendisine katılacak bir siyasi parti arayan Merkel, yine de çok yol katetmişti.
10 yıldan kısa bir sürede, zamanın Demokratik Uyanış (daha sonra Hristiyan Demokrat Birliği olan) partisi sözcüsüne yardımcılık yapmaktan, Helmut Kohl’ün kabinesinde, hem de başbakanın özel himayesinde yükseliyordu.
Genç bir karikatürist olan Heiko Sakurai, o yıllarda Angela Merkel’i çizmeye başlamıştı:
“Gözlerine yoğunlaşıyordum. Yarı kapalı gözlerine… Nasıl baktığına… Benim için ilginç olan buydu. Başlarda uykusu olan, güvensiz bir kız gibiydi. Ama sonra bu değişti.
Onu hâlâ yarı kapalı gözlerle çiziyorum. Ama artık bu gözlerin rasyonellik işareti olduğunu biliyorum. Ama onun zihninden geçenleri okuyamıyorsunuz – hâlâ sorunum bu. Hâlâ bu kadın neler düşünüyor anlayamıyorum.”
Sakurai, bu gizleme kabiliyetinin, çocukluğunu Doğu Avrupa’da geçirmiş birinin mecburiyetten kazanıldığı bir yetenek olabileceğini düşünüyor.
“Bu ona kariyerinde de yardımcı oldu –konuşmayan ve sır tutan kapalı bir yakın çevresi var.”
Merkel’in akıl hocası Kohl de – geç olsa da – çırağının nasıl bir kapalı kutu olduğunu anlayacaktı.
Kohl ve partisi ortaya çıkan fon skandalına batmışken, Merkel bir gazeteye verdiği röportajla kendisini onlardan uzağa yerleştirecekti. Kohl, bir ihanet olarak algıladığı bu hareketi hiç affetmedi. Yıllar sonra Kohl’un cenazesinde, Kohl’un eşi Merkel’in konuşma yapmasını engellemeye çalışacaktı.
Kohl’un başbakanlığının sonunu kolaylaştıranlar arasında Merkel de vardı. Merkel, başbakanlık makamına duyduğu hırsı/ihtirası farketmeye başlamıştı.
Yaşananlar Merkel’in de çok sevdiği Wagner’in operalarındaki entrikaları aratmıyordu.
Siyasi bir dönüşüm yaşanıyordu. Korunmaya ihtiyaç duyan o küçük kız gitmiş, yerine güçlü bir kadın gelmişti.
Partisi yeniden güç kazanmış olsa da, Merkel’in bugünkü karakterinde öne çıkan özgüven ve soğukkanlılığı kazanması için bir süre geçmesi gerekecekti.
Zamanla görünüşü de değişti. Merkel’in saç modeli yumuşamış ve artık daha modern kıyafetler giymeye başlamıştı.
Almanların ona başta taktığı Mutti (anne) lakabını aşarak güvenilir bir kişi imajı yarattı. Mert, dürüst, dikkatli… Artık çok az kullanılan bu lakaba rağmen, Merkel’in cinsiyeti neredeyse hiç tartışma konusu olmadı. Merkel cam tavanı yıkmış ama bunu siyasi retoriğinde neredeyse hiç yansıtmamıştı.
Uzun yıllar Hristiyan Demokratlar Birliği (CDU) milletvekilliği yapmış olan Wolfgang Bosbach, “Almanya’da çok eskiden kalma, herkesin bildiği bir reklam sloganı vardır. Ve bu slogan Merkel için de geçerli: “En iyi yol bildiğin yoldur”.
den”O, bir ideolojiye, sadece ona bağlı kalmak adına bağlanacak biri değil. Bu hiç de tipik bir Alman davranışı değil.”
Heiko Sakurai, karikatürist
“İnsanlar onun aşırılığa meyili olmadığını biliyor ve özel hayatıyla da birçok kişiyi etkiliyor. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Francois Hollande’ın motosikletiyle kız arkadaşını görmeye giderken çekilmiş olan fotoğrafını hatırlıyorum. Kimse Angela Merkel’i böyle bir fotoğrafta hayal edemez ve zaten böyle bir şey olmayacaktır da.”
Ancak Merkel’in ülkesini ve dünyayı şaşırttığı anlar da oldu.
Sakurai şöyle diyor: “O tahmin edilebilir biri ancak bir ideolojiye, sadece ona bağlı kalmak adına bağlı kalmaz. Ve bu hiç de tipik bir Alman davranışı değil. Almanlar geleneklerine ve ideolojilerine bağlılıklarıyla tanınırlar.”
O ve birçokları, Merkel’in iki kez olağan söyleminin dışına çıktığını düşünüyor:
İlki Japonya’da 2011’de yaşanan Fukuşima felaketinden sonra “energiewende” yani Almanya’da nükleer enerjiye son verme kararıydı.
Ve ikincisi 2015’te ülkenin kapılarını yüzbinlerce mülteciye açmak oldu. Bu iki kararı onun siyasetini belirledi ancak ünü ve popülerliğinden götürdükleri de oldu.
İki kararı da hem alkışlayanlar, hem yerenler vardı. İki kararın da etkileri uzun sürdü.
Almanya’nın enerji şirketleri, ‘energiewende’den ötürü hükümete dava açtı. Ülkedeki son nükleer santral de 2022’de kapılarını kapatacak. Şirketlere tazminat ve vergi iadesi yapılacak.
Almanya’ya giden yüzbinlerce mültecinin entegre edilmesinin yönetimsel, sosyal ve ekonomik boyutlarını tahmin etmek bile güç.
Bu iki kararın bu kadar büyük etki yaratmasının nedenlerinden biri de belki Merkel’in – özellikle halk üzerinde oluşturduğu imajı – çok dikkatli şekilde kontrol etmesiydi.
Resmi olmayan basın toplantılarında çok şakacı, gözleri ışıldayan ve tüm odayı kahkahaya boğan birisi. Ama bunu kamerada görmek pek mümkün değil.
Wolfgang Bosbach’la seçim bölgesinde ilk karşılaşmalarında Bosbach, Merkel’e yerel bir panayıra gitmeyi isteyip istemeyeceğini sormuş.
“Başta istemedi ancak sonra, o zamanlar çok küçük olan çocuklarım sordu ve Merkel onları kıramadı. Sağında bir çocuk, solunda bir çocuk panayıra gittiler, atlı karıncaya bindiler. Merkel de rahatladı ve eğlendi.”
“Rahatladığında çok komik ve esprili biri oluyor. Ama toplumun bunu öğrenmesinden utandığını hissediyorum. Çok iyi bir espri anlayışı var ama kameralar kayda girdikten sonra bunu göremezsiniz.”
Yunanistan borç krizinde Merkel’e karşı çıkan Bosbach, Almanya Başbakanı’nın karşısında durmanın nasıl bir duygu olduğunu da iyibiliyor:
“Bu kusur, en tepeye ulaşmış insanların çoğunda vardır. Helmut Kohl’de de bizzat görmüştüm. Benim gibi birinin farklı bir fikri ya da soruları olduğunda, bu ister Yunanistan’ın borçları ister mülteciler konusu olsun, sizin sadakatinizi sorgularlar.”
“Ona ‘ben farklı düşünüyorum’ dediğinizde bunu kabul etmekte zorlanır ve sizinle her türlü savaşa girer.”
Tartışmalı konular, Merkel döneminin belirleyicilerindendi, ama bu konular aynı zamanda onu ayakta da tuttu.
Kriz yönetiminde yetenekli. Merkel’in dünya sahnesinde büyüyen gücü, Almanya’yı da yeni ve daha güçlü bir konuma getirdi
Tüm bu yaşananlar, dikkatin onu çok az tepki vermek ve çok az risk almakla eleştiren kesimlerden başka yöne çekilmesini sağladı.
Almancaya 2015’te çok da olumlu bir anlamı olmayan yeni bir fiil girdi: kararsızlığı simgeleyen “Merkel olmak”.
Sakurai, son karikatürlerinden birinde Merkel’i siyasi duruşunu değiştirmesi ve muhalefet partilerinin ortaya attığı fikirleri yutmasından ötürü, bir amip olarak resmetti.
“Merkel amibinin belirli bir vücut şekli yoktur. Avını çevreler, beslenme kofullarıyla onları sarar ve sindirir”
“Onun zayıflığı, onun vizyonunu bilmemem. Ülkeyi nereye götürmek istediğiyle ilgili bir vizyonu var mı bilmiyorum. Tepki gösteriyor ancak harekete geçmiyor.”
Sakurai yine de, 12 yıldır başbakan olan Merkel’i artık kimsenin küçümsemediğini söylüyor.”
Kapıların açılması
Küçük sarışın bir kız örme oyuncaklarla dolu bir kutuyu gururla kaldırdı. Münih tren istasyonunda kalabalıklaşmaya başlayan bir toplaşmanın ortasında mavi gözleri parıldayarak “Mülteciler için!” dedi heyecanla. Çevresindeki meraklı Almanlar ise anlayışla gülümsedi.
Dakikalar sonra ise mülteciler geldi. Yorgun argın, ellerinde ezilmiş çantalarıyla onlarca kadın, erkek ve çocuk polisler eşliğinde ilerliyordu.
Bir dakika için izleyen kalabalık tamamen sessiz kaldı. Sonra birden içlerinden biri alkışlamaya başladı. Yavaş yavaş mültecilerin suratları aydınlandı. Kalabalık, alkışlar ve evde yapılmış pankartlar hep onlar içindi.
Angela Merkel kariyerinin en büyük kumarını oynamıştı.
Aylardır savaş, infaz ve yoksulluktan kaçıp Avrupa’dan sığınma isteyenlerin sayısı hızla artıroydu. Aileler ya Akdeniz’de ağzına kadar dolu teknelere doluşuyor ya da Avrupa’nın sınır ülkelerinde otoyollara akın ediyorlardı.
AB’nin önünde daha önce hiç görülmemiş derecede bir kriz vardı ve liderleri bununla nasıl başa çıkacaklarını bilmiyordu. Merkel, çoktan mültecilerin girdikleri AB ülkesinde kalmasını şart koşan Dublin anlaşmasını Suriyeliler için devreden çıkarmıştı.
Ancak artık Macar hükümetinin de canına tak etmişti. Yetkililer, Budapeşte’deki ana tren istasyonunu kapatmış, iltica talebinde bulunanların Batı Avrupa’ya giden trenlere binmesine izin vermiyorlardı.
Belki de Merkel Keleti istasyonunun dışında “Almanya, Almanya” diye bağıran bitap düşmüş göçmenlerden etkilenmişti.
Ya da belki de günler önce 71 iltica arayışında olan mültecinin çürümeye yüz tutmuş cesetlerinin Avusturya’daki bir kamyonun arkasında bulunması etkili oldu. Polis, otoyol kenarına bırakılmış bir araçtan sızan sıvıyı gören bir yol işçisinden telefon almıştı.
İçerideki erkekler, kadınlar ve çocuklar, insan kaçakçılarına, kendilerini Batı Avrupa’ya getirmeleri konusunda güvenmişti. Ancak bunun yerine bir et kamoyununun kasasında sadece ayakta durabilecekleri kadar bir boşlukta sıkıştırıldılar ve nefessiz bırakıldılar.
Merkel Avusturya hükümeti ile acele bir plan üzerinde anlaştı. Birkaç saat içinde göçmenler sevinçle Münih’e kalkan trenlere binmeye başladı. Almanya’ya giden kapılar açılmıştı.
Sonrasında Merkel, insani krizi önlemek için bu adımı attığını söyleyecekti.
Ancak şansölyenin eski çevre bakanı Norbert Röttgen’e göre, bu,“etik temeller üzerine atılmış bir hamle olmaktan çok, rasyonel temelli alınmış bir karardı. Göçmenler oradaydı ve Almanya 10 bin göçmenle başa çıkabilirdi.”
Röttgen, bu kanıya karşın, “genel olarak, Almanya uzun vadede bu kararın sonuçlarını ve etkilerini hafife aldı” diyor.
Eski çevre bakanı o ilk zamanları, “havada safi bir mutluluk vardı” diye tanımlıyor.
Almanya kasabalarında yeni gelenleri karşılamak için partiler düzenlendi, depolar bağışlanan besin ve kıyafetlerle doldu, on binlerce kişi göçmenleri karşılamak için gönüllü oldu.
Almanlar yeni edindikleri uluslararası ünün keyfini çıkarıyordu. Ülke, İkinci Dünya Savaşı’nın yankıları ile hatırlanmaktan uzaklaşmış, Euro Bölgesi’nin güneyinde ekonomik zorbalık yaptığı yönünde karikatürlere konu olmaktan çıkmıştı. Bunların yerine, Almanya artık Avrupa’nın insani yüzü olmuştu.
Merkel iddiasını, “Wir schaffen das!” (Başarabiliriz) cümlesi ile dile getirdi. Simge haline gelecek bu cümleyi ilerleyen yıllarda sık sık kullanacaktı.
Ancak İçişleri Bakanı endişeliydi ve beklenmedik bir sonuçtan korkuyordu.
Thomas de Maiziere, gönüllülerin tüm iyi niyetine karşın, ülkenin bu çapta göçmenin sığınma talebi ile başetmekte zorlanacağı kanısındaydı. Diğer AB ülkeleri de öfke ile fısıldaşıyordu. Almanya’nın özendirdiği dalga onları da etkilemeye başlamıştı.
Merkel, belirlenecek bir kota sistemine göre göçmen trafiğinin AB ülkeleri arasında dağıtılması görüşünü sık sık dile getiriyordu. Ama bu istek görmezden geliniyordu.
Aylar ilerledikçe yüz binlerce “yeni geleni” barındırmaya ve entregre etmeye çalışan yerleşim yerlerinde göçmenlere yönelik şiddet olayları yaşanmaya başladı ve bu Merkel’i eleştirenler tarafından göçmen polikasının çöküşüne kanıt olarak gösterildi.
Angela Merkel’e kamuoyu desteği azalmaya başlamıştı. Popülist akımlar Avrupa genelinde destekçi toplamaya başlarken, Almanya’da da Alternative für Deutschland (AfD) sert bir kampanya süreci ile destek buldu.
Merkel, “Başaracağız” iddiasını tekrarladı. Ancak buna inanan seçmenler giderek azalıyordu.
Birçokları için dönüm noktası 2015 yılının son gününde yaşandı. Köln’deki yeni yıl kutlamaları sırasında, yüzlerce kadın, çoğu Kuzey Afrika ve Arap kökenli olan erkekler tarafından tacize uğradı.
Almanya dehşete düşmüştü. Ve krizin başından bu yana Merkel, ilk kez, gerçek anlamda bir politik sorun ile karşı karşıyaydı. Yorgun ve yalnız bir politik figür olarak tanımlandığı o dönemde, kendisine sadık olanlar bile umutsuzluğa kapılmıştı.
Merkel markası o kadar yıpranmıştı ki parti içindeki bazı kişiler, ufuktaki genel seçimler için alternatif isimler ortaya atmaya başlamıştı. Bu kötümser hava, partinin 2 bölge seçiminde yaşadığı yenilgi ile katlandı ki bu yenilgilerden biri Merkel’in evi konumundaki Mecklenburg Vorpommen eyaletindeydi.
Ama inanılmaz bir şekilde bu durumdan kurtulmayı başardı.
Hükümet kademeli olarak mevcut yasaları sıkılaştırdı. Sığınma bekleyen göçmenlerin suç işlemeleri halinde sınırdışı edilmelerinin önünü açtı. Aynı zamanda Balkan ülkeleri de ‘güvenli ülkeler’ ilan edilerek buralardan gelecek olası sığınma taleplerinin önüne geçildi.
Almanya’ya ulaşan göçmenlerin sayısı azaldı. Merkel’in Türkiye ile imzaladığı göçmen anlaşması da buna yardımcı oldu.
Bu anlaşmaya göre,Yunanistan’a ulaşan göçmenler Türkiye’ye geri gönderilecekti. Geri gönderilecek her Suriyeliye karşın, Türkiye’de bulunan bir Suriyeli de Avrupa Birliği’nde iskan edilecekti. Buna karşılık olarak da Türkiye’ye milyonlarca euro yardım ile Türk vatandaşları için vizesiz seyahat sözü verildi.
Sonunda bir kez daha şansı yaver gitti. Balkan rotasındaki ülkeler bir bir sınırlarını kapatmaya başladı. Merkel kamuoyu önünde buna karşı çıksa da bu gelişme ona, politik anlamda bir can simidi oldu.
Bu makaleninin devamını okumak için tıklayın
[divider]
ANA SAYFA | Haber | Dünya | Bilim | Teknoloji | Sağlık-Yaşam
Dergi | Eğitim | Tanıtım | Shop | Video News | Paranomi
Twitter | Facebook | Pinterest | Akademi Portal Arşiv | Akademi Portal
Facebook Hesabınız Üzerinden Yorum Yapın