Bazı uzmanlar, öğrenilecek konuyla ilk temasımızdan sonraki ilk 20 saatin en üretken öğrenme süreci olduğunu söylüyor.

Bu da, ilk 20 saatte beynin yeni uyaranlara cevap verebilir ve ilgi gösterebilir koşullara sahip olmasıyla açıklanıyor.

Alman filozof ve psikolog Hermann Ebbinghaus, 19. yüzyılda “öğrenme eğrisi” adını verdiği iki değişkenli bir şema ortaya koydu.

Öğrenme eğrisindeki yatay doğru, öğrenilecek konu ya da alınacak bilgiyi temsil ederken, dikey doğru ise, harcadığımız zamanı temsil ediyor. Bu şekilde neyi ne kadar zamanda öğrendiğimizi hesaplayabiliyoruz.

Şirketler de kullanıyor

Öğrenme eğrisi, şirketlerin performans ve üretkenlik ölçümü için de kullandığı bir yöntem.

Günlük hayatımızda da elimizdeki işin ne kadar zor ya da kolay olduğunu, ona harcadığımız süre üzerinden değerlendirebiliyoruz.

Ebbinghaus’un şeması, bilginin çoğunluğunu öğrenmenin ilk evresinde özümsediğimizi gösteriyor. Zaman geçtikçe öğrenmemiz yavaşlıyor ve daha az üretken olup, hedeflerimiz için daha çok zaman harcadığımız evreye giriyoruz.

Bu da beynin alışma süreciyle, yani öğrenmenin en ilkel evresiyle açıklanıyor.

Beyin yeni uyaranla ilk karşılaştığında çok daha duyarlı, uyaranlara verdiği tepkiler de çok daha yoğun oluyor.

Aynı uyarıcıya tekrar tekrar maruz kalan beynin gücü giderek zayıflıyor, ilgisi de azalıyor.

‘5 saat kuralı’

Bilim insanı Josh Kauffman, öğrenmedeki ‘tırmanış evresinin’ ilk 20 saatte gerçekleştiğini söylüyor.

Kauffman’a göre, iyi öğrenme için gerekli formül, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucu babalarından Benjamin Franklin’in “yarı zamanlı” yönteminden geçiyor.

Franklin’in “Planlı öğrenme” adını verdiği yöntem, günümüzde “5 saat kuralı olarak” da biliniyor.

Franklin sadece üç yıl okulda eğitim almış olmasına rağmen, her gün kişisel hedefler koyarak kendisini geliştirmişti.

Pazartesi’den Cuma’ya hafta içi her gün en az bir saatini yeni bir şeyi öğrenmeye ayırıyordu. Yeterince iyi bir noktaya ulaştığını hissettiğinde de, başka bir konuyu öğrenmeye koyuluyordu. Bu durmadan böyle devam ediyordu.

Musk’tan Oprah’a başarı ikonlarının sırrı

Kaufmann’a göre, Franklin’in “5 saat kuralını” 4 hafta boyunca uygularsak, her ay yeni bir konuyu yeterince öğrenebiliriz.

Dünyanın en başarılı girişimcileri de bu kuralı uyguluyor.

Elon Musk , Mark Zuckerberg ve Oprah Winfrey, başarılarını neye borçlu oldukları sorulduğunda aynı sistemi birkaç ufak değişiklikle uyguladıklarına dikkat çekiyor.

Kısacası öğrenme için iki şey gerekli: Kendimiz ve “planlı öğrenme” için zaman ayırma konusundaki irademiz.

Öğrenirken hangi yöntemleri tercih ediyoruz?

Beynimiz her şeyi zorlu ama hızlı bir yolla öğrenmeye hazır

Herkesin bir öğrenme şekli vardır; kimi izleyerek, kimi dinleyerek, kimi ise kendi deneyerek öğrenir. Herkese uygun öğrenme yöntemi kullanmak başarıyı artırır mı?

Yeni bir şey öğrenmeye çalışırken şemalarla mı, insanların size anlatmasıyla mı yoksa kendiniz deneyerek mi öğrenmeyi tercih edersiniz? Belki de öğrenilecek şeye göre değişecektir öğrenme biçiminiz.

Örneğin araba kullanmayı öğrenmek kitaptan talimat okumakla ya da birinin tarif etmesiyle olacak iş değildir, direksiyon başına geçip denemek gerekir. Ama genel olarak belli şeyleri öğrenme konusunda belli bir yöntemi tercih ediyor olabilirsiniz. Eğitimciler buna tercih edilen öğrenme tarzı diyor.

Öğrenme biçimlerini farklı kategorilere ayırmak için yıllardır çalışmalar yapılıyor. Pragmatitst mi teorist mi, somut düşünme mi soyut düşünme mi, organize mi yenilikçi mi vs.

Okulların için hazırlanmış farklı değerlendirme yöntemleri sunuluyor. Bunlardan en bilinenleri çocukları görsel, işitsel ve kinestetik (dokunsal/yaparak) öğrenenler şeklinde üç gruba ayırır. Çocukların tercih ettiği öğrenme tarzının tespit edilerek o tarza uygun özel yöntemleri geliştirmek için birçok okul çaba gösteriyor.

Araştırmalar desteklemiyor

Her bireyin farklılığı ve ona özgü yöntemler kullanılması halinde daha başarılı olunacağı varsayımından hareket ittiği için iyimser bir yaklaşım bu.

Birini izleyerek kek yapmayı daha hızlı öğrenebilirsiniz.

2014’te yapılan bir araştırma, öğretmenlerin çok büyük bir çoğunluğunun da bu kanıda olduğunu gösterdi. Fakat bunu verilerle kanıtlamak o kadar kolay değil.

Sorun, farklı öğrenme biçimlerinin olup olmadığı tartışması değil, tercih edilen tarzda öğrenmenin fark yaratıp yaratmadığında. Bu konuda çok araştırma var, ama sadece bazıları meslektaşların eleştirilerine açık dergilerde yayımlanmış.

Öğrenme tarzları konusunda 16 ay süren ve bütün araştırmaları ele alan bir çalışma 2004’te yayımlandı. 71 farklı öğrenme modeli tespit edilmiş, bunların 13’ü ayrıntılı incelenmişti. Ancak bunun oldukça geniş, şeffaf olmayan, çelişkili ve tartışmalı bir alan olduğu sonucuna varan araştırmacılar hayal kırıklığına uğramıştı.

30 yıllık araştırmalara rağmen öğrenme tarzının öğrenme üzerindeki etkisini ölçecek en iyi yöntem konusunda fikir birliği yoktu.

Daha net sonuçlara varmak üzere 2008’de yayımlanan bir araştırmada dört ayrı araştırma üzerinde durulmuş, ancak bunların hiçbirinde, kişinin tercih ettiği öğrenme tarzına uygun eğitimin herhangi bir fark yaratmadığı görülmüştü.

Öğretmenler, öğrencilerin yeni bilgiyi birçok farklı yöntemle öğrendiğini bilir.

Bunun üzerine, araştırmalarda farkı daha belirgin ortaya koyacak yöntemler kullanılması konusunda çağrı yapıldı. 2015’te yapılan son değerlendirmede bu çağrıya uyan araştırmalara bakıldı, fakat yine bir bağlantı bulunamadı.

Çocukların öğrenme tarzına uygun yöntemler kullanmanın başarıları üzerinde etkisi olduğunu gösteren herhangi bir kanıt olmasa da, dış dünyada bu tarza uygun davrandıklarını gösteren bir çalışma oldu.

Öğrenme biçimine uygun davranma

Çocuklardan açık havada keşif gezisi yaparak fotoğraf çekmeleri ve bunlar üzerinde tartışmaları istendi. Bu sırada hareketleri GPS sistemi ile takip ediliyordu. Tercih ettikleri öğrenme tarzı önceden testlerle tespit edilmiş ve çocukların dış dünyada bu tarza uygun davrandıkları görülmüştü.

Kinestetik yöntemi tercih edenler en çok dolaşanlar olmuş, görsel yöntemi tercih edenler güzel manzaralı yerlerde daha çok fotoğraf çekmiş, dinleyerek öğrenmeyi tercih edenler ise tartışmalarda daha fazla konuşmuştu. Fakat bu şekilde daha iyi mi öğrendikleri konusunda değerlendirme yapılmamıştı.

Görsel yolla öğrenenlerin keşif gezilerinde daha fazla fotoğraf çektiği görüldü.

Herkesin kendi tarzına uygun öğretim yöntemleri kullanmanın başarıyı artıracağı duygusu güçlü. Fakat hiçbir duyu izole bir şekilde işlemiyor. Okumak bile sadece görsel bir işlem değil. Okuduğumuz kitaptaki sahneleri gözümüzde canlandırmamız için beynimizin farklı bölgeleri harekete geçiyor. Beyindeki düzenekler de izole halde çalışmıyor. Dikkatle bir şeyi dinlerken bile görme duyumuz devre dışı kalmıyor.

Duyular izole değil

O halde öğrenme biçimleri uydurma mı? 2015’teki araştırmayı yürütenler “tam olarak öyle olmadığını” söylüyor. Çünkü gerekli bütün faktörleri dikkate alarak yapılmış araştırma sayısı çok az. Fakat eldeki verilere bakarak şunu diyebiliriz ki öğrenme biçimine uyarlanmış öğretme yönteminin başarıyı artırdığı söylenemez.

Bütün öğrenciler kitaplardaki açıklamaları aynı kolaylıkla anlamayabilir.

Ayrıca tek bir yönteme takılıp kalmak öğrenciyi yetişkinlikte ihtiyaç duyacağı farklı türden yöntemleri öğrenmekten mahrum edebilir. Üstelik öğrencileri farklı kategorilere ayırmak bazı sorunların üzerine gidilmesi yerine gözden kaçmasına yol açabilir. Hatta öğrenciler de kendilerini bu tür kategorilere koyup kitap okumayı ya da birini dinlemeyi göz ardı edebilir.

Uyarlama yönteminin işe yaramayacağını kesin olarak söyleyemeyiz; bazı öğretmenler yaradığı konusunda yemin ediyor. Ama bunu verilerle kanıtlamaya gelince pek somut bir delil bulunmuyor.

[divider]

Twitter | Facebook | Pinterest | Akademi Portal  YouTube

Facebook Hesabınız Üzerinden Yorum Yapın